60’lar Türkiye’sinde Kadın ve Toplum Değerlerinin Filmler Üzerinden Okunması

H. Yusuf Mantar · 1 yıl önce

Takip Et

İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Genel Durum

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün dünyada, hem demografik hem de ekonomik büyüme yaşandı. Savaş dönemini gören insanlar artık huzur ve refah arıyor, çatışmak yerine uzlaşmak istiyordu. Yine aynı dönemin bir sonucu olarak endüstri, sağlık, eğitim gibi alanlarda ilerleme sağlandı. Dolayısıyla tüm insanlar için artık daha iyi bir yaşam mümkündü. Kırdan kente göçlerle desteklenen bu yeni yaşam biçimi, sanayi üretimine ve sürekli tüketime dayanıyordu. Tüm dünyada “şehirli bir yapı” kuruluyor, devletin her imkanı şehirler aracılığıyla halkın da istifadesine sunuluyordu. Faşist yönetimlerin hüsranı sonrası komünist devletlerin icraatleri ilaç sayılıyorken öte yandan yeni bir bloklaşmaya doğru gidiliyor, kapitalizmle komünizmin “silahsız” savaş sahası oluşmaya başlıyordu.

 

Savaş neslinin yetiştirdiği çocuklar, 1940-50’lerdeki endüstriyel gelişim ve eğitim olanaklarından yararlanıyordu. Özellikle Avrupa’da, üniversite öğrencilerine tanınan imkanlar ve diğer ülkeleri görme fırsatı “küreselleşme”yi de beraberinde getiriyor; savaşın ulusmerkezci zihin yapısı, global bir hümanizme dönüşüyordu. Görece daha tutucu, tedbirli ve kanaatkâr olan eski nesil ile olanakları daha geniş, dünya vatandaşı olma düşüncesine sahip ve her zaman daha iyisinin mümkün olduğunu düşünen yeni nesil arasındaki uçurum giderek artıyordu. Bu yaşanan gelişmeler; fiili bir devrim niteliği taşımasa da bir sosyo-kültürel devrimin yaşandığını, dünyanın değiştiğini ve hızla değişmeye devam edeceğini, değişirken de “baby boom generation”ın buna öncülük edeceğini bize anlatıyor.

 

Dünyada durum bu şekilde iken Türkiye de benzer yollardan geçiyordu. Tek parti dönemi biterken yeni bir çağ başlıyor, dünyanın dört bir tarafındaki devrim söylemi “beyaz devrim” ismi altında yaşanıyordu. Halk artık kendi temsilcisini seçebileceğine inanıyor, sandıklara gidiyordu. ODTÜ, Hacettepe, Ankara gibi üniversiteler açılıyor; Türk gençliği dünyaya açılıyordu. Bunlarla beraber, Avrupa’nın bir asır önce yaşamış olduğu nüfus patlamasını Türkiye, 1940-65 döneminde yaşıyor ve savaş sonrası artan kaynaklara nispetle çok daha fazla artan nüfusa yetemiyordu. 

 

Cumhuriyetin ilanıyla beraber yeni bir yüze kavuşan Türkiye, kendi değerleri ve ilkeleriyle 30-40 yıldır yoğruluyordu. Bu süreç zarfında çok badireler atlatılmış, halk çok şey görmüş ve dünya tamamen değişmişti. Kitle iletişim araçlarının da yaygınlaşmasıyla söylemler değişmiş, daha önceleri entelektüel/aydın kesimin cümleleri artık halka hitaben söylenir olmuştu. Ancak ortak değerlerin değişimi keskin bir viraj almamış, genel hatlarını muhafaza etmişti. Tabii dünyaya yeni açılan Türkiye için bu durum gayet doğal karşılanabilir, hatta karşılanmalı da. Peki bu değerlerin yanında yani bağımsızlık, ekonomik özgürlük, adil yaşam gibi oldukça temel hak ve özgürlüklerle beraber “kadın” öznesi ne durumda?

 

Türk Sinemasının 1960'lı Yıllardaki En İyi Filmleri - Ekşi Şeyler

 

Temel Değerler ve Kadın Öznesinin Sinemadaki Yansımaları

 

1960’lı yıllar, elbette Türk sineması için de önemli sayılabilecek bir dönemi kapsıyor. Çekilen film sayısının 1600’ün üzerine çıktığı bu dönemde, renkli film çalışmaları hız kazanmış ve halkın sinemaya teveccühü artmıştı. Kentleşmeyle başat şekilde büyüyen kent sinemaları, halka “bir şeyler”i anlatmak ve onları “bir şeyler”e inandırmak için önemli organlardı. 1964 yılında Hulki Saner’in ortaya çıkardığı Turist Ömer de bu yapımların başında geliyordu. 

 

Uzun metraj bir komedi filmi olan Turist Ömer; yapıma ismini veren, Sadri Alışık’ın canlandırdığı ana karakterin Helal Olsun Ali Abi filminde beğenilmesi sonrası çekilmiştir. Yapımı ameliyat masasına yatırmadan önce o dönemin şartlarını tekrar gözden geçirmek, yapıma bakacağımız bakış açısını ve değerlendireceğimiz kriterleri objektife daha yakın kılacaktır. Şimdi: Film, ana karakterin bir yolda otomobillerin arasında yürümesiyle başlıyor. Arka planda ise “Turist Ömer derler bana, aman ey…” sözleriyle hatırlanacak film müziği yer alıyor. Sadece bu şarkının sözleri üzerinden bile bazı tetkikler yapabileceksek de daha genel ve kapsayıcı bir yorum yapabilmek adına şimdilik geçiyoruz. 

 

Ana karakterimiz Ömer; hiçbir işte dikiş tutturamamış, banklarda yaşayan, fakir bir adamdır. Bir oto yıkamacıda çalışmaktadır, tabii o işten de kovulacaktır. Çünkü yıkayacağı arabayı sürerken bir başka arabaya çarpmıştır. Ardından, bir bankanın reklam yapmak adına “reklam parası” denen sahte kâğıtları halka dağıtmak için seçtiği kişi olarak işe girmiştir. Şans eseri o sırada banka soygunu yapan filmin kötü adamları, bavulu ortada bırakmış ve Ömer de yanlışlıkla gerçek paralarla dolu olan bavulu alarak sokaklarda dağıtmaya başlamıştır. Gözleri görmeyen Mine’nin evine gidene kadar paraların yarısını dağıtmış, Mine’nin kardeşi sayesinde paraların gerçek olduğunu öğrenmiştir. Peşisıra tüm hayatı değişmiş, yakın arkadaşı Ruknettin’in evleneceği Bedia’ya bir kısım hediyeler vermiş, Mine’yi ameliyat için yurt dışına göndermiş ve kendisi de parayı başka kadınlarla ezmiştir. Filmin sonunda, Mine yurt dışından döner ancak Turist Ömer yerine düzgün giyimli, yakışıklı Sadri Alışık’a koşar.

 

Yapımın başından itibaren Ömer, her gittiği kapıda hor görülür ve zenginler tarafından sevilmez. En temel sorun, parasızlıktır. Hatta servetin adaletsiz dağıtımıdır. Zira, Hilton Hotel sahnesinde de gözlemlediğimiz üzere pejmürde birini kapıdan dahi almazlar. Filmin genel temasında da en haklı ve direkt eleştiri, zengin ile fakir arasındaki uçurumdur. Bu noktaya her fırsatta parmak basan Hulki Saner, filmin ikinci kısmında “parası olan Ömer” ile bu tezatı gözler önüne sermiştir. Daha önceden fakir Ömer olarak gittiği yerlere, bu kez zengin olarak gider. Kendisine ne yapıldıysa aynısını onlara yapar. Oto yıkama tazyikiyle kibirli adamı ıslatır, otel girişindeki görevliye caka satar, kendisini kovan kızları kukla gibi kullanır. Adeta bütün bir halkın hıncını onlardan alır, yalnız bunu bıyıkaltı bir gülüşle yapar. Hep bir istihza vardır, hayatı kâle almama vardır. Sonuçta parası olmayan bir adamdı, hayatı umursaması için yeterince nedeni yoktu yani.

 

En temel sorunun ekonomik adaletsizlik olduğunu dile getirmiştik. Yüceltilen değerler ise Mine’ye ve fakir halka para vermek ile gösterilen yardımseverlik, filmin genel olay akışıyla sabit olan hayata karşı umursamazlıktır. Bunlar haricinde Ömer; bedava bulduğu zaman alkol kullanır, yerden izmarit toplayıp sigara içer, kadınlara her zaman meyli vardır ancak elde ettiği zaman nasıl davranacağını kestiremez. Kadınlar hakkındaki genel kanısı onların çoğu zaman boş konuştukları, sözlerine ve davranışlarına itibar edilemeyeceği, değerlerinin insanlıklarından değil de kadınlıklarından/cinsel uyaranlarından ötürü geldiği ve parası olan erkekler için yarışan bir sürü insancık oldukları yönündedir. Bu özelliklerin hepsini, Ruknettin’in nişanlısı Bedia’da ve Ömer’e başlarda yüz vermeyip sonra onu elde etmek için birbirlerine saç baş giren üç kadında açıkça görürüz. Hayatın tuzu biberidirler, eğlence sağlarlar ve elde edilmeleri için muhakkak ki parasal güce ihtiyaç vardır. Ekonomik gücünüz nispetinde bu hükümranlığı sürdürebilirsiniz. Hatta bu maddi karşılığın bir “hediyesi” olarak kendi dişiliklerini sunarlar, parası olan Ömer’e karşı yapılan 3 teklifin 3’ünde de bunu fark ederiz.

 

Yeşilçam'ın unutulmaz karakteri Turist Ömer (Sadri Alışık'ın 25. ölüm  yıldönümü)

Komedi filmlerinde ekseriyetle alaycı eleştiri yöntemi kullanılır. Bu filmde de Hulki Saner bir benzerini denemiş ve kadın, toplumsal değerler, ekonomik eşitsizlikler üzerinden bunu kurgulamış olabilir. Biz sadece görünenler üzerinden dönem eleştirisi ve değerlendirmesi yapabiliriz, niyetleri ölçemeyiz. Ki amacımız da niyet ölçmek değil zaten. Şimdi Turist Ömer’den sonra, 1960’lara bir başka pencereyi de Metin Erksan’dan açıp Sevmek Zamanı filmine dikkatimizi verebiliriz.

 

Kendi dönemindeki film anlayışını pek yansıtmayan Sevmek Zamanı; 1965 yılında kayıt altına alınmış, ilk gösterime ise 1966 yılında ancak girebilmiştir. Müşfik Kenter ve Sema Özcan’ın başrollerinde yer aldığı yapımda ana tema “surete âşık olmak”tır. Ana karakterimiz Halil, bir yıl önce boyacı olarak girdiği bir köşkte Meral’in fotoğrafını görür. Adada yer alıp çoğunlukla yaz aylarında kullanıldığı için yıl boyunca boş olan köşke her gün gidip fotoğrafın karşısına oturan Halil, hayallere dalar ve aşkını içinde büyütür. Bir hafta sonu kaçamağı yapıp arkadaşlarıyla köşke gelen Meral, Halil’in bu durumunu öğrenir ve onun aşkına karşılık vermek ister. Yapım boyunca Halil kaçar, Meral kovalar. Halil, ihtimal ki daha önceden bir travma yaşamış ve sevgisine karşılık bulamayacağından, gelecekte sevgisiz kalacağından korkmaktadır. Bu sebeple Meral’e, “Benimle suretin arasına girme, ben resmine âşığım.” der. Meral asıl evine döndükten sonra Halil onun peşinden gider. Çünkü boyacı olan arkadaşı Derviş lakaplı Mustafa kendisini ikna etmiştir. Sonrasında Meral ile evlenmek isteyen Başar’ın da dahliyle işler karışır, Halil’i epey döverler. Peşisıra Meral ile Halil arasında duygusal bir yakınlaşma hâsıl olur fakat Halil, Meral’in babasıyla konuştuktan sonra evlilik fikrinden vazgeçer. Kısa bir zaman geçer, gazetede “Meral İlter Evleniyor” başlığını görür ve gidip bir gelinlikçiden gelinlik giydirilmiş bir manken alır. Halil kayığında bir fotoğraf, bir manken ile bakışarak giderken Meral gelinliğiyle kaçıp kendisine gelir. Böylece kayıkta kavuşmuş olur iki âşık. Bu durumu gören Başar, sinirinden deliye döner ve bir uzun namlulu tüfekle ikisini de oracıkta öldürür.

Sevmek Zamanı… Yeniden! | BKS

 

Melodram türünde, gerçek anlamda efsanevi bir yapıt ortaya koyan Metin Erksan; aşkı, sevgiyi, hastalıklı sevmeyi ve dönemin gerçeklerini psikolojik çözümlemelerle izleyiciye sunmuş. Esas değinilmek istenen nokta aşk iken zengin-fakir ayrımı, hastalıklı sevgi ve sevgisizlik noktalarıyla da genel bir çerçeve çizilmiş. Sevginin peşinden gitmek, alın teriyle çalışmak ve aşkta bencil davranmamak; film boyunca yüceltilen değerlerdir. Kadın öznesinin tek temsili Meral’dir. O da muhtemelen zengin kızı olduğu için sahte sevgiler ve yapmacık davranışlar içinde büyümüş, hiçbir zaman gerçek bir sevginin muhatabı olmamıştır. Hayatında ilk defa birisi kendisine hakiki bir aşkla gelmiştir. Bu da kendisinde hemen kök salmış, yeşermiştir. Halil yani “erkek” severken daha içine kapanık ve kendi hâlinde sevmiştir. Buradaki tanımlamayı belki “sevgisizlikten korkan bir insan” veya “fakir bir insan” olarak da değiştirebiliriz. Öte yandan Meral yani “kadın” severken daha dışavurumcu ve duygusal akisleri belli şekilde sevmiştir. Buradaki tanımlamalara da “gerçek sevgiden bihaber kalmış bir insan” veya “zengin bir insan” diyebiliriz. 

 

Ele aldığımız iki ayrı yapımda, iki ayrı tablo bize bakıyor. Hem toplumsal değerler hem de kadın öznesi farklı vecheleriyle işlenmiş, pek az ortak noktalarına değinilmiştir. Zengin-fakir ayrımı, hayat standartlarındaki akıl almaz fark şüphesiz her iki filmde de dikkatimizi celbediyor. Bununla beraber birinde kadın; saflıktan uzak, sathi, cinsel obje gibi değerlendirilip “kıymet” bulurken diğerindeyse saf, sevgiye mahzar ve gaye olan birey olarak ele alınmıştır. Tabii tekrar belirtmek gerekir ki komedi filminde, komedi unsuru olarak kullanılması için bazı değerlerden vazgeçilmiş veya sadece eleştirilmek için gösterilmiş olabilir. Bunun doğru veya yanlışlığına girmiyoruz, herkesin kanaati farklıdır, mümkündür.

 

60’ların Değerleri ve Kadın

 

Turist Ömer ve Sevmek Zamanı filmleri üzerinden teşebbüs ettiğimiz değerlendirme, zannediyorum tamamlanmaya yaklaştı. Bu çerçeveyi özetleyecek olursak: 1960’larda Türkiye’de -her dönemde olduğu gibi- otomobil, köşk, lüks kıyafetler gibi eşyalar bulunur ancak orta kesimin yokluğu, aradaki farkı ayan beyan ortaya çıkarır. Fakir halk tarafından kin ve hoşnutsuzlukla karşılanır. Bu sevmezlik yalnızca elde edememekten kaynaklanmasa da eğer refah halk tabanına yayılırsa fakir halk da zenginlerin yaptıklarını yapacaktır. Otomobillere binip pahalı içkiler tüketecek, eğlence mekanlarına akın edecektir. Kısacası, rahat ve dertsiz bir hayat yaşayacaktır. Ancak elimizdeki çerçeve, erkeğin çerçevesidir. Kadının öz düşüncelerine, duygularına dair bir tahmin içermemektedir. Hatta ona hak ettiği değeri ve saadeti sunmaktan da uzaktır. Aslolan değer ve saadet, erkek ile paradan gelmektedir. 

 

Sahte olandan -hem maddi hem de manevi- bıkılmış, usanılmıştır artık. Ya tüm dertleri unutturacak uyuşturucular ya da dertsiz tasasız bir hayat istenmektedir. Tüm dünyanın -yani bütün bir insanlığın- çekmiş olduğu acı, keder artık haddine ulaşmıştır ve herkes, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmek arzusundadır. Bunlar için ise Türkiye’nin kadına daha çok değer vermesi, servet dağıtımını gözden geçirmesi ve gerekli önlemleri alması gerekmektedir. Günümüzde geldiğimiz seviye, bunların turnusolu olacak vaziyette midir, bilemiyoruz. Ancak şu bir gerçektir ki insanoğlunun yaratılışından beri en temel içgüdüsü, hürriyetiyle yaşamaktır. Siyasi, iktisadi ve sosyal hürriyetiyle insan olmanın verdiği değerle yaşamaktır. 68 kuşağının da davası aynıydı, hedefi aynıydı. Yüksek ihtimalle gelecek nesillerin de aynı olacak.

*
Yorumlar