"The Found Story": 1930 Almanyası'nda Pazar Günü İnsanlar

bilge biri · 3 yıl önce

Takip Et

Bu makalede, People On Sunday (1930) filmi üzerinden Kracauer’in film kuramına dair incelemeler yapılır ve bulunmuş öykü kavramının filmdeki izleri tartışılır.

 

Kracauer filmciliğinin biçimsel esaslarından biri olan bulunmuş öyküyü araştırmadan önce, onun film anlayışının konu ve amacını oluşturan unsurları bilmek gerekir.

 

Siegfried Kracauer, gerçekçiliği benimseyen bir sinema kuramcısıdır ve kuramı ile ilgili olarak yaptığı bütün çalışmalarını 1960 yılında yayımlanan “Theory of Film” adlı kitabında bir araya getirmiştir. Kracauer’in bu detaylı eserinin sinema araştırmaları çevresinde önemli bir yere sahip olduğu kabul edilir. Kracauer, eserinde gerçekçi anlayış çerçevesinde sinemanın konusunun ve amacının ne olması gerektiğini düşündüğünü açıklar.

 

Kracauer, çağdaş bilimlerin, insanların sorunlarını çözmeye değil onları sorunlardan soyutlamaya yönelik olduğunu, fiziksel gerçeği algılayarak sosyal/toplumsal sorunlarda çözüme ulaşmanın en iyi yolunun ise fotoğraf ve film olduğunu savunur.

 

Kracauer'e göre bir filmci, sinemanın teknik ve estetik özelliklerini en verimli ve etkili biçimde kullanarak görsel gerçekliği kaydetmelidir. Kracauer’e göre, sinema bir araçtır (medium) ve sinemanın en önemli iki materyalist unsuru gerçeklik ile film tekniğinin yetkinliği olmalıdır. Sinemayı izleyiciye, yani topluma gerçeği ve sıradan olanı iletmede bir araç olarak gören Kracauer, film yapımı aşamasında gerçek ve ham görüntüleri en iyi şekilde kaydetmeyi amaçlar.

 

SIEGFRIED KRACAUER

Kracauer için, sinemanın konusu sonsuzluğa ulaşan rastgele oluşlardır. Theory of Film adlı eserinde konuya dair görüşlerini şöyle temellendirir: “Sinema bir kurgu veya diğer biçimsel oluşumların ürünü olmaktan çok, bir fotoğraf ürünüdür. Fotoğraf nesnesini dönüştüren bir oluşum olmaktan daha çok, nesnesine bağlı olan bir oluşumdur ve sinema nesnesine ve olaylara hizmet etmek zorundadır.” Buradan da anlayacağımız üzere, sinemada konu nesneye bağlıdır ve kendiliğinden oluşan, kendi yolunu bulması gereken bir unsurdur. Bu durumda, filmdeki konunun açıkça ortaya konulabilmesi filmcinin teknik yetkinliğine bağlıdır.

Kracauer biçimsel olarak sinemayı iki ana sınıfa ayırır ve öyküsüz filmler ile öykülü filmler kavramlarını açıklar. Öyküsüz filmler kendi içinde deneysel ve gerçek olmak üzere; öykülü filmler ise tiyatrosal, uyarlama ve özgün film olmak üzere alt başlıklara ayrılır.

 

Öyküsüz filmler kurmaca gerçekliğe dayanır ve Kracauer bu türü -türün bir alt kategorisi olan geleneksel belgeselleri hariç tutarak- noksanlı olarak niteler. Daha çok haberler, belgeseller,

bilimsel filmler ve sanat filmlerini içeren öyküsüz filmler, konulu kompozisyonlar değildir ve öykülü filmlere göre daha yavandır; sıradan bireyin, yani izleyicinin yaşamına ve iç dünyasına yönelik değillerdir. Öykülü filmler ise Kracauer’e göre sinemanın temel estetiğidir. Öykülü film işlenecek konuyu filmciye kendiliğinden getirir ve konu bir tür izleyici araştırmasıdır.

 

Kracauer öykülü filmlerin gerçekçi ve biçimci eğilimleri bir arada taşıdığını söyler. Öykülü filmlerde, biçim gerçeğin üstüne çıkmaz ya da onun önüne geçmez, bu tür filmlerde yaşamın iyi ve kötü yönleri birlikte gösterilir. Bu durum da en büyük tutkusu gerçekçiliğin önemi ve gerçekliği işlemedeki yetkinlik olan Kracauer için en doğru sentezdir.

 

Öykülü filmin bir alt türü bulunmuş öykü (özgün film), Kracauer’in kendi sinematik anlayışıdır ve biçim konusundaki görüşlerini burada açıklar. Bulunmuş öykülü filmlerde, filmci konuyu oluşturmak için konunun gösterdiği yolu izlemez, doğanın gerçekliğinde varolan konunun kendisini izler. Bu filmler yaşamın hızlı değişimine ve karmaşıklığına bağlıdır. Konu yaşamın gerçekliğinden gelmelidir ve bireysel yaşam değil, toplum konu alınmalıdır. Kracauer’e göre bu filmlerde bazı istenmeyen sahnelerin olması sakıncalı değildir. Beğenilmeyen sahneler, beğenilen sahnelere bir geçiş sağlar ve onların çekiciliğini arttırır. Doğal ve gerçek olan da budur. İyi ve kötünün, istenilenin ve istenilmeyenin bir arada olması yaşamın bir parçasıdır ve sinemacı sinemayı bu gerçeklikte aramalıdır.

 

Kracauer bulunmuş öykü kavramını eserinde şu örnekle destekler: “Fiziksel gerçekte bulunacak tüm öyküleri kapsamaktır. Bir süre bir nehir ve gölün yüzü izlendiğinde, suda belli şekiller ortaya çıkan esinti ya da girdaplar sezilebilir. Bulunmuş öykü, doğadaki bu tip şekillerdir. Bulmak, düşünüp yaratmaktan daha etkindir.”

1930 yılı Şubat ayında Berlin’de gösterime giren “People on Sunday” isimli Alman yapımı film, bulunmuş öykülemenin en iyi örneklerinden biridir ve Kracauer’in anlayışının açık bir temsilidir. Film, oyuncusuz olmasıyla bilinir ve filmde yer alan beş ana karakter daha önce hiç kamera karşısında bulunmamıştır. Filmden sonra bu kişiler kendi işlerine ve yaşam rutinlerine geri dönmüşlerdir. Filmin yapımcılığını Yahudi bir ailede doğan ve ilerleyen yıllarda soykırımın kurbanı olan Moriz Seeler, senaryosunu Billie Wilder (Kurt Siodmak’ın bir raporuna dayanarak), kameramanlığını Eugen Schüffen ve yönetmenliğini ise Robert Siodmak ile Edgar G. Ulmer üstlenmiştir.

 

People On Sunday Seti

 

Filmin en belirgin özelliği, Alman sinemasının yanı sıra Hollywood’un da gelişiminde büyük bir öneme sahip olmasıdır.

 

“Pazar Günü İnsanlar” şeklinde anabileceğimiz eserde, bulunmuş öykü unsuru, bir grup Berlinli’nin sıradan bir pazar gününü nasıl geçirdiğidir. Berlinlilerin karakterleri, işleri ve yaşamları

birer kurmaca gerçeklik unsuru değildir. Oyuncuların tamamı kendilerini oynamış, daha sonra filmde anlatılan yaşantılarına geri dönmüşlerdir. Filmde oyunculuğun bulunması doğadaki gerçeklik değil de kurmaca gerçeklik üzerine inşa edildiği anlamına gelmemektedir. Kendi gerçekliğini oynayan oyuncuların yer aldığı filmler ile herhangi bir oyunculuğun bulunmadığı filmler arasındaki en büyük fark, öykülü ya da öyküsüz olmalarıdır. Öyküsü bulunmayan ve doğal yaşama dokunulmadan çekilmiş filmler belgesel niteliği taşıması yönüyle bulunmuş öyküden ayrılır.

 

Filmin yaratıcıları, Berlinli sakinlerin haftanın tek tatil gününde neler yaptıklarını takip eder ve Almanya’nın nazi yönetimine girmesinden yalnızca üç sene önceki bir dönemde günlük hayata dair fenomenleri tasvir eder.

 

Film bir tren istasyonunda açılır ve hikaye “Memur, çiftçi, antikacı, jigolo ve şimdilerde gezgin bir şarap satıcısı” şeklinde tanımlanan Wolfgang von Waltershausen’ın bir cumartesi günü film ekstrası olarak iş arayan Christl ile tanışması ile başlar. Baş karakterlerin altyazılar aracılığıyla belirtilen meslekleri, filmin oyuncusuz olarak tanıtılması -gerçeklik iddiasının bulunması- ve bu insanların gerçekte de bu işleri yapıyor olmaları açısından önemlidir.

 

Christl’ı gelmeyecek gibi görünen birini beklerken gören Wolf, ekildiğini yüzüne vurarak onunla yakınlık kurmaya çalışıp arkadaşça alay eder ve onu kafeye davet eder. Birlikte oturup vakit geçirdikten sonra ertesi gün beraber plaja gitmek üzere sözleşip dağılırlar. Wolf’un Erwin adında, bir model olan kız arkadaşıyla birlikte yaşayan ve taksi şoförlüğü yapan bir arkadaşı vardır. Erwin’in kız arkadaşı Annie o akşam birlikte sinemaya gitmek ister ancak çıkan tartışmalar sonucunda sinemaya gidemezler. Tartışma sırasında Erwin ve Annie evlerinin duvarlarına iliştirdikleri aktör ve aktrislerin fotoğraflarını birbirlerinden kıskanarak onları yırtarlar. Tam evden çıkmak üzere olduklarındaysa bu kez Annie’nin şapkasının ucunun aşağı mı yoksa yukarı mı bakmalı olduğu gibi bir sebepten bir tartışma daha çıkar. Erwin’in böyle basit bir sebeple sorun çıkarması üzerinden dönemin Almanyası’ndaki Berlinli erkeklerin kontrolcü ve maço tavırlarına dair motiflere rastlanılabilir. Bu tartışmalar zaten sinemaya gitmeye gönüllü olmayan Erwin’in işine gelir ve akşamı Wolf ile birlikte bira içip kart oynayarak geçirirler.

 

Pazar sabahı Christl, en yakın arkadaşı ve bir plak satıcısı olan Brigitte ile birlikte Wolf ve Erwin ile buluşur. Annie onlarla birlikte bu geziye katılmak yerine günü yatağında uyuklayarak geçirmeyi tercih eder. Dörtlü birlikte Nikolassee’de bulunan plaja giderler ve denize girip, yiyip içerek eğlenirler. Başlangıçta Christl ile flört etmeye başlayıp onu bu geziye davet eden ve ona ümit veren Wolf bu kez onun yakın arkadaşı Brigitte ile yakınlaşmaya başlar. Brigitte de onun bu tavrına karşılık verir. Plajdan şehre dönüşe geçtiklerinde bir patika yolda birlikte şakalaşırlarken Wolf Brigitte’i ormanın derinliklerine kadar kovalar ve ıssız bir alanda aralarında bir ilişki yaşanır. Buna rağmen Wolf, kızların ikisine de flörtöz davranarak gün boyu bir onunla bir öbürüyle cilveleşmeye devam eder.

 

Pazar Günü İnsanlar, 1930

 

Günün sonunda bir deniz bisikleti kiralayarak deniz yoluyla şehre geri dönerlerken yeniden Wolf ve Erwin’in çapkın ve maço tavırlarına dair motifler göze çarpar: Yanlarındaki kızları adeta görmezden gelerek bir sandalda gördükleri iki kızla daha flörtleşirler.

Pazar Günü İnsanlar, 1930

 

Dörtlü, dağılma zamanı geldiğinde bir sonraki pazar günü yeniden buluşmak üzere sözleşirler. Ancak Erwin, arkadaşı Wolf’a bir sonraki pazar futbol maçı olduğunu hatırlatır ve sonraki pazar günü ne yapmaya karar vereceklerinin merakıyla film son bulur.

 

1929’un sıcak aylarında çekilen ve pazar sabahı sıradan bir yaz gününde geçen People On Sunday, çekildiği dönemde bütün dünyayı ve de özellikle sanayide oldukça gelişmiş olan Almanya’yı olumsuz yönde etkileyen 1929 ekonomik buhranının arifesine denk gelmektedir. Hem 1. ve 2. dünya savaşları arasında yer alan bir dönemde, hem ekonomik buhranın hemen öncesinde, hem nazi yönetiminin saman altından yürütülen hazırlık zamanlarında, hem de Almanya’daki siyasi bir rejim olan Weimar Cumhuriyeti’nin çöküş demlerinde geçiyor olması aslında filmin havasının sakin ve huzurlu olması açısından büyük avantajlardır. Çünkü 1929 Almanya yazı, tarihin akışına yön veren önemli ve keskin olayların arasında kalan kısa bir lale devri niteliğindedir ve bulunmuş öykü rahat ve aldırmaz gençlerin portrelerinde işlenmektedir.

 

Pazar Günü İnsanlar, 1930

 

Filmdeki görsel öğelere dair en dikkat çekici unsur, Berlin sokakları ve o sokaklarda bir amaçla ya da amaçsızca oradan oraya yürüyen insanlardır. Sokakta çöp toplayan ve sokak lambasını tamir eden birer adam; sıradan ve gündelik işleriyle ilgilenenler; ailelerinin ya da yalnızca anne ve babalarının yanında yürüyen çocuklar; sahilde denize giren ya da farklı oyunlar oynayan çeşitli gruplar; uyuyan, yürüyen, bekleyen, sigara içen, elinde iş çantasıyla aceleyle koşuşturan insanlar; yolcu taşıyan trenler ve arabalar; savaş kahramanlarının heykelleri, hikaye aralarında geçen görsel unsurlar arasındadır. Bu görseller ile baş karakterlerin arasındaki zıtlık, gündelik hayatta aynı anda hem dinginliğin hem de kaosun var olduğuna ve aynı toplumda binlerce farklı hayatın bulunduğuna dair gerçekliği anlatır. Aydınlık ve sakin bir havada geçen filme hayata dair acımasız gerçeklikler katan görsel unsurlar arasında, evsizlerin yaşadığı pis ara sokaklar, dönemin siyasi rejimini yansıtan asker yürüyüşleri, sokakta rastgele karşımıza çıkan mutsuz ve düşünceli insanlar vardır. Gerçekliğe dair biçimsel bir imge ise insanların hayatına müdahil olmadan yalnızca onları alelade izlediğimizi düşündüren çekim açılarıdır. Filmde mütemadiyen dramatik yakınlaştırmalardan kaçınılmış ve kameralar kaydedilmesi amaçlanan görsel öğelere belli bir mesafede konumlandırılmıştır.

 

Pazar Günü İnsanlar, 1930

 

İnsanların poz vermeye çalışarak fotoğraf çektirdiği bir sahneyi video film içerisinde izleriz ve onların masumane çabasını gösteren bu sahne; Kracauer’in fotoğraflamanın gerçekliği yeterince

aktarabilen bir unsur olmadığına ancak fotoğraflamanın gelişmiş bir versiyonu olan videolamanın gerçekliği aktarmadaki başarısına dair düşüncelerinin en iyi belgelemelerinden biridir.

 

 

Filmin yönetmeni, filmdeki bulunmuş öyküsüyle hayatın akışındaki -toplumdaki- karmaşık ya da olumsuz durumlara rağmen, daima sıradan insanların olağan yaşamlarına bir şekilde devam ettiğini ve hayatta küçük ve sıradan mutlulukların olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Bu savını karakterlerin etrafında dönen hem hüzünlü hem de eğlenceli kareleri yakalayarak ve olan biteni kendi yaşamlarına odaklanmaya çalışan binlerce insanı, kurmaca gerçeklikte işlenen öyküler gibi dramatik ve abartılı ölçülerde değil, insani bir ölçüde etkilediğini anlatmaya çalışarak destekler. Bu nedenle yalnızca en trajik ve en dramatik olayların perdelendiği yapımların aksine, bu eserde dönemin Almanya’sına dair doğru ve isabetli çıkarımlar yapılabilir.

 

Pazar Günü İnsanlar, 1930
Pazar Günü İnsanlar, 1930

 

Filmdeki rastgele geçen görsel öğeler arasında bulunan, birbiri ardına sıralanıp giden mezar taşları ise hayatın en doğal ve en kesin gerçekliği olan “ölüm”e atıfta bulunmaktadır. Birkaç saniyelik bir görüntü olsa da yönetmenin filmde vurgulamak istediği anlamın derinliğini içeren bu karelere göre: Yönetmen tıpkı şimdi yitip gitmiş olankiler gibi sıradan hayatları bulmuş, onların yaşamlarını incelemiş ve onların bir gününü kendine konu edinmiştir. Bu insanlar gibi bizler de yüzbinlerce sıradan yaşamdan biriyizdir ve en baskın, en gerçek dürtümüz içimizdeki hayatta kalma güdüsüdür. Bütün olumsuzluklara alışır, onlara önce adapte sonra da egemen olur ve hayatta kalma dürtüsüyle günlük yaşamlarımıza devam ederiz. Hayatın bütün kaosuna, aceleci tavrına ve koşuşturmasına rağmen, yaşamların çoğu etrafta olan bütün olağandışılıkların yanında sıradandır ve Kracauer’e göre gerçek olan budur: Çünkü yaşam iyi ve kötü, dinginlik ve kaos, mutluluk ve hüzünün bir aradalığıdır.

 

 

KAYNAKÇA

 

  1. Zeynep Özarslan, Sinema Kuramları 1
  2. Siegfied Kracauer, Theory of Film
  3. Ass. Levend Kılıç, Siegfied Kracauer’in Sinema Kuramı
*
Yorumlar
  • Nurullah Kılıç · bir aralar

    Bu makaleye hiç yorum yazılmamış. İlk yorumu sen at!